Gitmiş güzelim sarmaşıklar. Geçenlerde çocukluğumu geçirdiğim o eve gittiğimde gözlerime inanamamıştım. Binanın girişindeki uzun yoldaki sarmaşıklardan eser kalmamış. Oysa ne kadar gizemli, ve bir o kadar da romantik bir bitkidir sarmaşık. İçine toplarımızı, oyuncaklarımızı, paralarımızı, mektuplarımızı ve anılarımızı saklardık da bir kez olsun kimselere söylemezdi. İtiraf etmeliyim hayatımda gördüğüm en sırdaş canlıdır sarmaşık, adından da belli değil mi. Sıkı dosttur, ne olursa olsun sarılır ve örter her şeyi.
Sözüm ona ağaçlarını değil, teyzelerini yazacaktım da sarmaşıklar aldı götürdü beni. Onun da götüreceği bir teyze var elbette: Memnune Teyze (bakın bu da bütün çocukluğuma dokunan isimlerden, acaba böyle bir isim kaldı mı?) Kendisi Samsunlu, tahmin edeceğiniz üzere "elli"ler ile biraz sorunu var. Esasında sorunu daha çok balkonunu kapatan ağaçlar. Mesela sarmaşıklar, armut ağacı ve kocaman dut ağacı. Birinden kurtulsa diğeri var. Düşündüm de birinci katta oturmak, meraklı ve ağaç sevmez insan için zor. Hep bir mücadele. Sokağı görebilmek, sanıyorum Memnune Teyze'nin hayatı için ulaşılmaz bir amaç adeta. Düşününce, uzak yolculukları sevmeyen ve bakkal-pazar-sağlık ocağı üçgenindeki bir yaşam alanında sokak önemli. Ağaçlarla kuramadığı iletişimin nedeni biraz da.
Keçiören'in eski orta sınıfından gelir Memnune Teyze. Yaşı epey vardır da niyeyse hiç yaşlanmayacak gibidir. Nasıl giyineceğini, yani orta sınıf muhafazakar bir kadının nasıl giyineceğinin tam takır örneğidir. Naylon çorabı Memnune Teyze'den öğrendim ben. Yaz kış demeden giyerdi. Bakkala da gitse, pöti kare hafif dizinde kumaş eteği ile eski zaman amir eşidir bir de. Asla makyaj yaptığına şahit olmadım da elini mutlaka vazalinler, kremlerini ve kokularını sürünmeyi ihmal etmezdi. Evi her daim bir düzen içinde ve kelimenin tam anlamıyla tertemizdir. Eskilerin tabiriyle hep yeni gelin gibidir. Bütün çamaşırları yaşına rağmen ütülemekten imtina etmez, iyi yemek yapar ve kırkyılda bir kimseler görmeden (kimselerin görmemesi özellikle önemliydi, çünkü eskiden komşu ayırmak bir de yemek göstermek ayıptı. Yiyen vardı, yiyemiyen vardı) bize de getirirdi. Özellikle pastırmalı madımak ve gül böreği favorimdi.
Hayatından memnun olduğunu düşündüğüm ender insanlardan Memnune Teyze, eşi komser ve çocukları iyi yerlerde ve hatta torunları bile iyi işlerde. Bir tanesi benim arkadaşım. Hukuk fakültesini okuyup avukat oldu. Memnune Teyze ile ortak tek konumuz bu oldu, ben büyüdükçe. Küçükken ağaçlardı. Çünkü arkadaşım hayata erken atıldı, evlendi ve çocuğu oldu. Benim ne yapıyor olduğum merak konusu. Ben ağaçlarla ilgileniyorum hala.
18 Ağustos 2014 Pazartesi
16 Ağustos 2014 Cumartesi
keçiören'in teyzeleri (1)
Yıllar öncesinden borçlu kaldığım bir yazıyı dün yazmaya karar verdim ve hatta yazı dizisine. Nasıl bir cesaret geldiyse artık. Halk otobüsünde bunalmış eve yolculuk yaparken sanıyorum eski günlerime gittim. Otobüsle okula gittiğim günlere. Derken Keçiören yıllarıma, ordan oraya burdan buraya aklıma ertelediğim yazı dizisi geldi. Keçiören'de ikamet ettiğimiz yıllar boyunca ve bunun önemli bir kısmı çocukluğumdur zihnime kazınmış iki şey vardır; biri teyzeler ikincisi ağaçlar. Keçiören'in (eski olanının) teyzeleri ve ağaçları meşhurdur da diyebiliriz. Ağaçlardan mı teyzelerden mi başlasam bilemedim esasında. Sonra rüyama Hafize Teyze girince teyzelere yöneldim ve Hafize Teyze'den başlamaya karar verdim.
Hafize teyzenin ağaçlarla ilgisinden başlamak en iyisi olabilir aslında. Bizim bahçemizdeki herhangi bir ağacın herhangi bir dalına ki bunlara kurumuş olanlar da dahil göz dikenler, zarar vermeye kalkanlar karşısında Hafize Teyzeyi bulurdu arkadaşlar. İsmi böyle mi yazılıyor tam olarak bilemiyorum, galiba hafızlıktan geliyor da çocukluğumda bu ismin anlamını idrak etmem epey zaman almıştı. Benim için tek çağrışımı avizelerdi, bizim evin tavanında asılı olanlarla hafize teyze arasında ilişki kurmaya çalışıp durdum. Gülmeyin, zira bizim alt komşumuzdu ve gürültü yaptığımızda tavana tık tık vurur bizim korkmamıza sebep olurdu. Bu nedenle tavan, avizeler ve hafize teyze benim kafamda aynı kökenden geliyordu.
Ağaçlara dönersek, bizim bahçede envai çeşit meyve ağaçları vardı ve Hafize Teyze faktörü yüzünden hep çekinerek, balkon gözeterek meyvelere ulaşabilirdik. Ne zaman aklına eser, bizleri toplar "şu erikleri bi silkin de yiyiverelim bebeler" der, o zaman bir şenliğe dönüşürdü bahçe. Ağaçlardan sorumlu apartman bakanı da diyebiliriz kendisine. Sinop, Boyobat'lıydı Hafize Teyze ve oldukça şiveli konuşurdu. Kocaman çocuğa hala bebe demesi bana tuhaf gelirdi hep. Bir de küfürlü koşurdu kızınca, sanıyorum kızdırmak hoşumuza da giderdi.
Hafize Teyze'nın diğer özelliği balkonlar şefi olmasıydı, sabahın beşinde balkon görevine başlar diğer sakinler balkonlara çıkıncaya kadar mahalleyi gözetlemeyi asla bırakmazdı. Bizim binaya bu saatlerde hırsız girmesi imkansız gibiydi. Zaten bir kez hırsız dadanmıştı o da Hafize Teyze'nin evine girmişti, bu da hepimiz için ayrı bir ironi olmuştu. Tek gözü görmeyen, tereyağlı hiçbir şey yemeyen Hafize Teyze'yi hep balkondan uzanmış başıyla hatırlarım. Gerekmedikçe evden çıkmayan Hafize Teyze'nin akşama kadar evde ne yaptığını da hep merak etmişimdir. Çocuklukta bir türlü bitmek bilmeyen uzun günlerde sahi ne yapardı evde, gizli gizli atari mi oynardı yoksa? Komşu ziyaretine gitmeyen, evine de gelinmesinden pek haz etmeyen birinin evi bir çocuk için oldukça gizemlidir, bilirsiniz. Merakımızdan evine gitmek için türlü yollara başvurduğumuzu da hatırlıyorum açıkçası.
Ağaçlar bakanı ve balkon şefi Hafize Teyze ile ilgili aklıma gelenler bunlar. Teyzelere ve ağaçlara başka bir yazıda devam.
Hafize teyzenin ağaçlarla ilgisinden başlamak en iyisi olabilir aslında. Bizim bahçemizdeki herhangi bir ağacın herhangi bir dalına ki bunlara kurumuş olanlar da dahil göz dikenler, zarar vermeye kalkanlar karşısında Hafize Teyzeyi bulurdu arkadaşlar. İsmi böyle mi yazılıyor tam olarak bilemiyorum, galiba hafızlıktan geliyor da çocukluğumda bu ismin anlamını idrak etmem epey zaman almıştı. Benim için tek çağrışımı avizelerdi, bizim evin tavanında asılı olanlarla hafize teyze arasında ilişki kurmaya çalışıp durdum. Gülmeyin, zira bizim alt komşumuzdu ve gürültü yaptığımızda tavana tık tık vurur bizim korkmamıza sebep olurdu. Bu nedenle tavan, avizeler ve hafize teyze benim kafamda aynı kökenden geliyordu.
Ağaçlara dönersek, bizim bahçede envai çeşit meyve ağaçları vardı ve Hafize Teyze faktörü yüzünden hep çekinerek, balkon gözeterek meyvelere ulaşabilirdik. Ne zaman aklına eser, bizleri toplar "şu erikleri bi silkin de yiyiverelim bebeler" der, o zaman bir şenliğe dönüşürdü bahçe. Ağaçlardan sorumlu apartman bakanı da diyebiliriz kendisine. Sinop, Boyobat'lıydı Hafize Teyze ve oldukça şiveli konuşurdu. Kocaman çocuğa hala bebe demesi bana tuhaf gelirdi hep. Bir de küfürlü koşurdu kızınca, sanıyorum kızdırmak hoşumuza da giderdi.
Hafize Teyze'nın diğer özelliği balkonlar şefi olmasıydı, sabahın beşinde balkon görevine başlar diğer sakinler balkonlara çıkıncaya kadar mahalleyi gözetlemeyi asla bırakmazdı. Bizim binaya bu saatlerde hırsız girmesi imkansız gibiydi. Zaten bir kez hırsız dadanmıştı o da Hafize Teyze'nin evine girmişti, bu da hepimiz için ayrı bir ironi olmuştu. Tek gözü görmeyen, tereyağlı hiçbir şey yemeyen Hafize Teyze'yi hep balkondan uzanmış başıyla hatırlarım. Gerekmedikçe evden çıkmayan Hafize Teyze'nin akşama kadar evde ne yaptığını da hep merak etmişimdir. Çocuklukta bir türlü bitmek bilmeyen uzun günlerde sahi ne yapardı evde, gizli gizli atari mi oynardı yoksa? Komşu ziyaretine gitmeyen, evine de gelinmesinden pek haz etmeyen birinin evi bir çocuk için oldukça gizemlidir, bilirsiniz. Merakımızdan evine gitmek için türlü yollara başvurduğumuzu da hatırlıyorum açıkçası.
Ağaçlar bakanı ve balkon şefi Hafize Teyze ile ilgili aklıma gelenler bunlar. Teyzelere ve ağaçlara başka bir yazıda devam.
14 Ağustos 2014 Perşembe
hakimiyet-i eşya
Sinir bozucu bir yazım yanlışı/söylem ile söze başlamak istiyorum. Altı yılda üçüncü kez taşınmayı başarmış bir aile olarak nakliye konusunda uzmanlaşmış olmamız gerekiyor. Hayır efendim, ben dahil bütün sülale eşyaları taşıdık/taşıdınız/yerleştirdiniz mi diyebiliyor. Eşyalar değil efendim, eşya diye haykırıyor bir tarafım ama nafile. Israrla herkes eşyalar diyebiliyor. Bırakınız desinler, bırakınız diyelim de.. Ah bu içimizdeki doğrular!
Neyse, gelelim taşınma işine. Her defasında aynı şeyi düşünüyorum, biz değil eşya taşınıyor. Onlar istedikleri yere yerleşiyor çünkü yerleri belli. Mesela bir buzdolabı salona gitmez asla, öyle ilkeleri var. Sonra şifonyerin mutfakta ne işi var ayol! Kocaman LCD TV'de o en havalı koltuk takımı da salonda olmalı.Terlikler antrede, havlular banyoda olmalı. Peki biz nerede olacağız sorusu? Sordum durdum cevap alamadım, kendimi bir yere koyamayınca da ne okuyabildim ne de yazabildim. İnanır mısınız uykum gelsin diye bekledim, bazen o da gelmedi. Bakıyorum yatağım yatak odasına uzanmış, öyle rahat rahat takılıyor. Peki ben niye ona uzanamıyorum. Başka bir yatağın, odanın ve mutfağın anlamını içselleştirmem neden bu kadar zaman alıyor diye sorup duruyordum ki biraz anladım.
Anlatayım; en büyük zevkim uyumadan önce uzanıp hayal kurmak ve bu sırada duvarda ve tavandaki çatlaklar dahil her şeyi belleğime kazıyorum. Onlar hayalin bir parçası. Sonra, perde aralığından gözüken gökyüzü ya da karşı binanın balkonu da bunun bir parçası. Ve benim bütün bunları silip hayalim için yeni bir mekan yaratmam zaman alıyor. Neymiş, çok da uyumlu programlanmamışız bence.
Başlığa dönelim, eşya geliyor ve yerleşiyor. Öyle yerleşiyor ki biz onların esiri oluyor hiçbir yere gidemiyor, muhafazakarlaşıyoruz. Biriktirdikçe biriktiriyor, adeta onlar için çalışıyoruz. Taşınırken kaybolan ütünün son taksidi uykumuza giriyor. Birisine verirken ne zorluklarla aldığımızı anımsayıp kederlendiyoruz bile ve hatta duygusallaşıp hiç kullanmayacaklarımızı yığıyoruz odalara. Neyse, ütü demişken bir de eşyalar aracılığı ile evlerde yaşanan mekan savaşları var ki o da ayrı bir yazı konusu. Odamdaki halıyı her defasında çapraz seren anneme karşı düzlük savaşı verdim misal. Ve ütü masası istenmeyen eşya arasında. Herkesin odasından kovuluyor, en son antreye düştü garibim. Transit ve sahipsiz bölgeye. Belki benden sonra odama sahip çıkar diye iyi davranıyorum yine de. Geçerken ayağımı takmıyorum gibi.
Neyse, gelelim taşınma işine. Her defasında aynı şeyi düşünüyorum, biz değil eşya taşınıyor. Onlar istedikleri yere yerleşiyor çünkü yerleri belli. Mesela bir buzdolabı salona gitmez asla, öyle ilkeleri var. Sonra şifonyerin mutfakta ne işi var ayol! Kocaman LCD TV'de o en havalı koltuk takımı da salonda olmalı.Terlikler antrede, havlular banyoda olmalı. Peki biz nerede olacağız sorusu? Sordum durdum cevap alamadım, kendimi bir yere koyamayınca da ne okuyabildim ne de yazabildim. İnanır mısınız uykum gelsin diye bekledim, bazen o da gelmedi. Bakıyorum yatağım yatak odasına uzanmış, öyle rahat rahat takılıyor. Peki ben niye ona uzanamıyorum. Başka bir yatağın, odanın ve mutfağın anlamını içselleştirmem neden bu kadar zaman alıyor diye sorup duruyordum ki biraz anladım.
Anlatayım; en büyük zevkim uyumadan önce uzanıp hayal kurmak ve bu sırada duvarda ve tavandaki çatlaklar dahil her şeyi belleğime kazıyorum. Onlar hayalin bir parçası. Sonra, perde aralığından gözüken gökyüzü ya da karşı binanın balkonu da bunun bir parçası. Ve benim bütün bunları silip hayalim için yeni bir mekan yaratmam zaman alıyor. Neymiş, çok da uyumlu programlanmamışız bence.
Başlığa dönelim, eşya geliyor ve yerleşiyor. Öyle yerleşiyor ki biz onların esiri oluyor hiçbir yere gidemiyor, muhafazakarlaşıyoruz. Biriktirdikçe biriktiriyor, adeta onlar için çalışıyoruz. Taşınırken kaybolan ütünün son taksidi uykumuza giriyor. Birisine verirken ne zorluklarla aldığımızı anımsayıp kederlendiyoruz bile ve hatta duygusallaşıp hiç kullanmayacaklarımızı yığıyoruz odalara. Neyse, ütü demişken bir de eşyalar aracılığı ile evlerde yaşanan mekan savaşları var ki o da ayrı bir yazı konusu. Odamdaki halıyı her defasında çapraz seren anneme karşı düzlük savaşı verdim misal. Ve ütü masası istenmeyen eşya arasında. Herkesin odasından kovuluyor, en son antreye düştü garibim. Transit ve sahipsiz bölgeye. Belki benden sonra odama sahip çıkar diye iyi davranıyorum yine de. Geçerken ayağımı takmıyorum gibi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)