Pages

4 Kasım 2014 Salı

ya evde yoksam?

Nihayet Sevilla'dayım ve gelişimin yirmiyedinci günü bir şeyler yazmaya niyet ettim. Hangisi benim evim, hangi odada nem kokusuyla uyuyacağım, balkondan hangi uzaklara bakacağım diye düşünüp dururken hepsini yaptım. Odam biraz nem kokuyor çünkü burası biraz nemli bir kent, çamaşırlar tam kurumuyor. Eski bir air condition var. Nostaljik bir hava verdiğinden seviyorum. Evimiz dokuzuncu katta, güzel bir manzarası var. (evimiz dedim ve ben hala hangi evdeyim farkında değilim esasında) konuşurken bol bol exactly kullanıyorum. Çünkü her şeye katılmak istiyorum, katılmasam ne olacak ki? böyle bakıyorum biraz artık. denize girmişsin ve inceden yağmur yağmış gibi.

Sevilla, arap etkisinin olduğu güzel bir İspanya kenti. Her binanın hemen hemen avlusu var. Avlularda çiçekler yarışıyor, hepsinde ayrı bir hikaye yaşanıyor ve hiçbir zaman içine giremeyeceğiniz hikayeler.Bu nedenleçok gizemli.

Şehirde binalar genellikle sarı boyalı ve mimari korunmuş. Etrafa bakmaktan yürüyemiyorsunuz bazen ve ilim irfan için çok da iyi bir yer değil. Albenisi yüksek. Kapalı bir yere girdiğinizde aklınız hep dışarda kalıyor. Kimsenin de evlere giresi yok gibi ya da evleri yok gibi. Ben de olmamayı tercih ediyorum. Evi sadece çalışmak ve uyumak için kullanıyorum. Bana tahsis edilmiş okuma evi gibi. Mesela gidip salondaki koltuklara şöyle bir uzanamadım, sadece sandalyede ve balkonda etrafı seyre daldım çok kez.

Evden uzak olmak, şimdiye kadar sandığın evinden, odandan (hangisiydi çoktan unuttum) ayda yaşıyormuş hissi verse de ben bu duyguyu sevdim. Çünkü evde olmak, hep evde olmak, hiç gitmeyecekmiş gibi olmak bu koskocaman dünyayı o kadar küçük ve hatta  yok kılıyor ki hayatındaki herkes, sen hep olsan da ve bunu vaat etsen de seni bağzen görmezden, bağzen duymazdan gelebiliyor.

Gidince, diyorsun ki; yaşanılması, yürünmesi, sevilmesi gereken ne çok şey varmış!

Bana bunu öğreten Sevilla oldu, sokaklarının açık olmasıyla ve kaybolmana kucak açmasıyla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder