İlk önce T. terk etmişti beni. Ne anlama geldiğini o zaman anlayamamıştım. Çünkü terk edilmenin sadece sevgili tarafından yapılan bir eylem olduğunu ezberlemiş gibiydik. Ergen olduğumuz ve bunun da inkarında olduğumuz günlerdi. Saatlerce Konur sokakta Ezgi Çay evinde çay içerdik paralarımız bitene kadar. Hayata dair ne varsa ortaya konurdu. Parasız pulsuz sokakları arşınlamayı Ankara'nın her bir sokağını yeniden keşfetmeyi görev edinmiştik. Sevgili edinmeyi "becerememiş" üç kız arkadaş, üç yakın dost olarak kente yönelmiştik. Ankara'yı seviyorduk, sevgili gibi. Yeni bir huyunu bulup mutlu oluyorduk. Sonra birden kızıp başka kentlerin özlemini de kurabiliyorduk. Başka kentler genelde kitaplarda vardı. O bilinen gençkız dergilerinde kaslı sevgilileri değil satır aralarında yeni bir heyecan aradığımız günlerde, güneş batmıyor gibiydi. Uzun zamanlarımız ve uzun sohbetlerimize okuma ve yazmaya ilgi duyan her üniversite öğrencisi gibi dergi çıkarmak da eklemlenmişti. Uzunca bir süre bu fikirle uyuyup uyandık, uzun uzadıya mesajlaştık. İnternetin çok yaygın olmadığı ve smslerin pahalı olduğu dönemlerdi. Bazen çaldırıp kapattık ve bazen internet kafeleri mesken edindik. Aynı şehirde ama farklı üniversitelerdeydik. Ve sonra bu macera önce politik ayrışmalara sonra karakter ayrışmalarına dönüştü. Büyümüştük.
Bir gün T. bizi bir mektupla terk etti. Hem de altından kalkamayacağımız suçlamalarla. Kaç defa okuduk mektubu. Bağzı cümleleri hala aklımda. Ve elbette hiçbirine cevap yazmadık. Ben ve arkadaşım onun konusu açıldığında bağzen uzaklara baktık, bağzen sustuk ve bağzen yine ve defalarca anlayamadık neden terk edildiğimizi. Eğer anlam yerini bulmuyorsa eylem boşlukta kaybolan bir şeye dönüşüyor. Nereye koyup hangi arşivde saklayacağını bilemiyorsun. Bütün zamanlara yayılmak isteyen bir koku olarak belki, seninle seyahat etmek istiyor.
Hiç haber alamadık ondan, almadık da. Başka bir şehire okumaya gitti. Hiçbir sosyal medya hesabı bile bize birbirimizi önermez oldu. Yaşanan bütün yakınlıklar, sırlar, ağlamalar, uzun günler nereye gitmişti? Terk edilmenin ağırlığı kalbimizin hangi tarafında yerleşmişti? Hangi kitabı en son okuyup hangi mısrayı paylaşmıştık? Yazışmalarımızı dönüp okuyamaz olmuştum ve fotoğraflarımıza bakamaz. Geçenlerde tesadüfen bir yazışmamıza denk geldim ve ekteki bir fotoğrafa. Yağmur olmayan bir Ankara gününe ait. Ve bizim elimizde bir şemsiye açık. Kendimizi hangi yağmura karşı korumak istediğimizi hatırlayamadım. Yüzümüzdeki gülümsemeyi de. Terk edilmek iste.. Bütün detayları da alıp götürebiliyor.
Ve tesadüf bu ki; bu yazıyı düşünürken, beni birkaç T'nin de terk etmiş olduğunu anımsadım. Biri ilkokul sıra arkadaşım. Beşinci sınıftan sonra kayıplara karıştı. Hiçbir yerde ve öyle habersiz ve öyle hayal mayal ki benim için. Diğeri ise paylaştığımız çocukluğa inat beni terk etti.Bütün güzel hayallerimize rağmen. Hayatı o kadar yabancı ki.. Benim arkadaşım bu değildi diyorum her görüşümde. Seslenemiyorum, nasılsın diyemiyorum.
şimdi, atlantiğin ortasında bir adada terk eden dostlarıma kadehimi kaldırıyorum! Umalım. İyisinizdir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder